Güncel
Hakan Erdem: Gazilik Tarikası’na göre; kazançların helali ganimet malıdır
Follow @dusuncemektebi2
"Aklı başında ve savaşmaya gücü yeten her kişi için inanmayanlarla savaşmak vaciptir. “Kaçan kim kâfirler Müsülmanlar üzerine gâlib olsa, Müsülmanlar ilinün bir bucağına ya bir kalasına girse ana nefir-‘am dirler” diyor. O zaman savaş, bütün Müslümanlar için farz-ı ayn, ama Müslümanlarca düşman toprağında yapılıyorsa farz-ı kifaye olurmuş...
İlmihâl kitaplarına göre beylerin savaşta ele geçen ganimetin beşte birini almaya hakları yoktu.
Kanun metinlerindeki hükümlerin toplum hayatında ne kadarının uygulandığı veya uygulamanın ne ölçüde kanunlar ve diğer mevzuat tarafından belirlendiği tarihçilerin demirbaş tartışmalarındandır. Kanun hükümlerinin uygulamayla alakalarının çok zayıf olabildiği gibisinden bir olgu sanırım kimseye yabancı değildir. Ayrıca tarihçiler tümdengelimdense tümevarımı yeğlerler. Dolayısıyla, tarihçiler için uygulamaya bakmanın tarihî gerçekliği mümkün olduğunca tesbit edebilmek açısından her zaman için daha tercih edilir olduğu söylenebilir.
Hâl böyleyken, doÄŸrudan kanun metni niteliÄŸi bile taşımayan ilmihâl veya akaid kitaplarına bakarak tarihî gerçekliÄŸi anlamaya çalışmak boÅŸ bir çaba olarak görülebilir. Bu çekinceyi dile getirmekle beraber, tek tek uygulamaların daha iyi anlaşılmaları için gerekli olan sosyal, yasal ve dinî çerçeveyi çizmelerinden dolayı bu tür fıkhî- hukukî metinlerin bir kenara bırakılamayacağı kanısındayım. Bu yazıda, merhum Åžinasi Tekin’in yayımladığı Gazilik Tarikası ve biraz da DevletoÄŸlu Yusuf’a bakarak en başından itibaren Osmanlı toplumunda gazilikle ilgili bazı uygulamaların teorik çerçevesini anlamaya çalışalım. Daha sonra buralardan edindiÄŸimiz bilgileri baÅŸka tarih kaynaklarıyla çakıştıracağız.
Gazilik Tarikası’na göre; kazançların helali ganimet malıdır. Aklı başında ve savaÅŸmaya gücü yeten her kiÅŸi için inanmayanlarla savaÅŸmak vaciptir. “Kaçan kim kâfirler Müsülmanlar üzerine gâlib olsa, Müsülmanlar ilinün bir bucağına ya bir kalasına girse ana nefir-‘am dirler” diyor. O zaman savaÅŸ, bütün Müslümanlar için farz-ı ayn, ama Müslümanlarca düşman toprağında yapılıyorsa farz-ı kifaye olurmuÅŸ.
Müslümanların beyi, savaÅŸtığı “kâfirler” daha önce Müslümanlığa davet edilmemiÅŸse, “Gelün Müsülman olun!” ÅŸeklinde bir davette bulunurmuÅŸ. Yok, bu çaÄŸrı kabul görmezse, haraç vermeye davet edermiÅŸ. Kaynağımız, “Ve eger harâc virmege razı olurlarsa malları ve kanları haram olur. Bir Müsülman anlardan birisin öldürse ÅŸer‘ içinde anı dahı yirine öldüreler” diyerek haraç veren gayrimüslimlerin korunması gerektiÄŸini söylüyor. Kaynağımızın katı doktrinci niteliÄŸi, haracı kabul edenlerin “on akçalık malını” çalan bir Müslümanın elinin kesilmesini önermesinden de belli…
Haraç da kabul olunmazsa o zaman savaÅŸ olurmuÅŸ. Kaynak, “Müsülmanlar Tanrıya sığınalar, Tanrıdan yardım dileyeler, savaÅŸa baÅŸlayalar. (…) Ekinlerin bozalar, yakalar ve aÄŸaçların keseler, suya gark eyleyeler” diye sert bir reçete veriyor. Zafer kazanılması durumunda ise ganimet malından hiçbir ÅŸey çalınmamalı ve gizlenmemeliymiÅŸ. Kadınlar, çocuklar ve akıl ve beden saÄŸlığı yerinde olmayan kiÅŸilerin savaÅŸla ilgileri olmamaları durumunda öldürülmemeleri gerekirmiÅŸ.
Müslümanların ordusu kuvvetli olunca “kâfir ile illik [barış] eylemek” gerekmezmiÅŸ. Zayıf olduÄŸunda ise barış yapmanın bir zararı yokmuÅŸ. Müslümanlar gerekli gördükleri takdirde barışı bozabilirmiÅŸ. Yalnız, “kâfirlerin begine”, “BilmiÅŸ olgıl! Sulhumızı bozduk!” diye haber verilmeliymiÅŸ. Karşı taraf antlaÅŸmayı bozarsa bu denmeden savaÅŸa baÅŸlanırmış.
Bir ÅŸehir savaÅŸla alındığındaysa Bey’e çok iÅŸ düşüyor. Ä°sterse, insanları ve mallarını kendi ordusuna paylaÅŸtırabilir isterse ÅŸehir halkını yerlerinde bırakarak haraca kesebilir veya erkeklerini öldürebilir, ahaliyi köle yapabilirmiÅŸ. Bir de dikkat çekici bir seçenek daha var: “Yahôd şöyle koya: Müsülmanlar çerisine yardım eyleyeler.” Metnimiz, eÄŸer ordunun geriye dönüş için paraya ihtiyacı yoksa alınan tutsakların mal karşılığında salıverilmemesini ve Müslüman esirlerle deÄŸiÅŸtirilmemesini (!) (kâfirler dutsağını müsülmanlar dutsağına degşürmeyeler) öneriyor.
Ganimetin nasıl paylaÅŸtırılacağı ayrıntılıdır. EÄŸer, ganimet alınan hayvanların Müslüman toprağına getirilmesi güçse, boÄŸazlanmalarını ve yakılmalarını salık veriyor. Aynı ÅŸekilde Müslümanların kullanmadığı silahlar da yakılmalıdır ki “Kâfirler anunıla menfa‘atlanmayalar.” Her hâlükârda, ganimet “kâfir ilinde” üleÅŸilmemelidir veya paylaşımdan önce satılmamalıdır. Ordudan biri “dârü’l-harbde” ölürse o kiÅŸinin ganimet malında hissesi yoktur. Müslüman toprağına geldikten sonra ölürse onun nasibi mirasçılarına verilir. SavaÅŸanlarla geride bekleyenler (dundarân) aynı hisseyi alır ama ordudaki pazarcı esnafı ganimetten pay alamaz. Savaşırlarsa onlar da alır.
Ä°slâm toprağına (dârü’l-islâm) gelindiÄŸinde ganimet paylaÅŸtırılır. Müslüman askerler eÄŸer ihtiyaçları yoksa ganimet paylaşımından önce yiyeceklere, yaÄŸa ve hayvan yemlerine dokunmaz, ganimet silahlarla savaÅŸmazlar. Bunlardan ellerinde kalanlar paylaÅŸma anında ganimete katılır. Atlı askere iki, yaya askere bir hisse verilir. Atlının atı savaÅŸta ölürse yine iki hissesini alır ama satarak veya bağışlayarak elden çıkarmışsa yaya hissesi alır. Yaya biri sonradan at edinse bile ancak yaya hissesi alır. Katır sahibine veya atına yük yükleyene hisse yoktur.
EÄŸer savaÅŸa katılmışlarsa Bey, köleye, eriÅŸkin olmayan erkek çocuÄŸa ve mükâteb köleye (kendözin bahaya kesmiÅŸ kula) az bir ÅŸeyler vermeli ve mahrum bırakmamalıymış. Aynı ÅŸekilde, gazilerin yaralarını sarmışlarsa kadınlara da biraz bir ÅŸeyler vermeliymiÅŸ (Avratlara dahı az nesnecük vireler, eÄŸer gâzilerin baÅŸlusuna timar eyledilerse). Metin, eÄŸer, Müslümanlarla birlikte sefere çıkan ve onlara yardım eden “harâc-güzâr kâfirler” varsa “anlara da ganimetten nesne vireler” diyor ama belli bir hisseden bahsetmiyor. Burasını yine de not edelim.
Sonra metnimizdeki “Bey” birden “Ä°mam” oluyor. “Ä°mam”, iÄŸneden ipliÄŸe hiç gizlenmeden önüne gelen ganimet malını beÅŸe bölmeli, dört bölüğünü akıncılara üleÅŸtirmeliymiÅŸ. Kalan beÅŸte birlik paya “pencik” denirmiÅŸ (ve ol bir pay ki kaldı, ana pencik dirler). Ä°mam, penciÄŸi de üçe bölmeli, bir bölüğünü yetimlere, birini yoksullara ve birini de “ibnü sebil” olanlara dağıtmalıymış. Gazilik Tarikası bu grubun kimlerden oluÅŸtuÄŸunu da açıklıyor: “ÅŸol kiÅŸidir kim evinde malı ola amma kendüsi bir yerde ola ki malı olmaya”. Memleketinde yoksul olmayan ama yabancı bir yerde güç durumda olan biri, gurbetteki garip denebilir.
Bu noktada artık soralım peki ya “Bey” veya “Ä°mam”, yani devlet? Bu resimde ganimet malından beye hiçbir hisse düşmüyor, velev ki savaÅŸanlardan biri olarak bir hissesi bulunsun veya onun izniyle savaÅŸa katılan kölelerine bir miktar ÅŸey verilsin de sahipleri olmak hasebiyle beyin eline geçsin! Hani devletin payı? Ãœstelik “pencik” diye bir ÅŸey biliyoruz ama onu devletin, ganimetin, özellikle de esirlerin beÅŸte birini alması olarak biliyoruz. Burada tarif edildiÄŸi ÅŸekliyle, 14. Yüzyılın başındaki pencik ise muhtaç olanlara dağıtılan bir tür sadakadan ibaret!
Şükür, kaynağımız bu noktada aniden susmuyor. Bilakis konuÅŸmaya devam ediyor ve Osmanlı beyliÄŸinin tam da kuruluÅŸ aÅŸamasında ganimetten devletin pay alması hususunda çok ilginç teorik bilgiler veriyor. “Peygamber ‘aleyhisselâm zamanında ganimetün bir payı peygamber hazretinin idi” diyor. Peygamber o payı alır, kendi ailesine nafaka edermiÅŸ ve kime isterse birazını ona verirmiÅŸ. Ä°yi bir kılıç veya iyi bir cariye veya köle gibi ganimetten gözünün tuttuÄŸu bir ÅŸeyi kendisi için alırmış. Metnimiz çok kesin ifadelerle şöyle devam ediyor:
“Åžimdiki zamanda peygamber hazretinün ülüsi [hissesi] sâkıt oldı. Zirâ ki andan sonra artuk peygamber gelmedi kim o ülüyi alaydı. Ve ÅŸimdiki begler dahı anun ülüsin almaÄŸa müstahak degüldür. Ä°mâm Şâfi‘î radiy‘allahu anh eydür kim ‘Åžimdiki zamanda halife kim olursa peygamberün ülüsi anun ola’ dir.”
BaÅŸka bir peygamber gelmediÄŸine göre, onun payı olan beÅŸte birlik hissenin de kimseye düşmediÄŸini söylüyor metin. Ä°mam Şâfi‘î’nin halifeye verilmelidir görüşünü zikrediyor ama orada bile, metnin 1258 sonrasında yani Abbasi halifeliÄŸinin MoÄŸollarca ortadan kaldırıldığı bir zamanda yazıldığını unutmamak gerekiyor. Ortada herkesin kabul ettiÄŸi bir halife yoksa beÅŸte bir hisse kime verilecekti ki? Anonim yazar, vurgulu bir ÅŸekilde kendi dönemindeki beylerin yani siyasî yetki sahiplerinin peygamberin payını almaya müstahak olmadığını söylüyor. Burasını nasıl yorumlamalıyız acaba?
14. yüzyıl baÅŸlarında Osmanlının, Anadolu’daki beyliklerden sadece bir beylik olduÄŸu bir dönemde beyler ganimetten beÅŸte bir pay almıyor muydu? Yoksa alanları vardı da yazar bir saptama yapıyor, fıkıh açısından böyle bir hakları olmadığını mı hatırlatıyordu? Nihayetinde, “Åžimdiki beyler bu yüzden peygamberin payını almazlar” demiyor. Sadece almaya hakları olmadığını veya almaya lâyık olmadıklarını söylüyor. Osmanlıda da “pencik” adı altında alınan aynî ve nakdî bir vergi var. O uygulamaya dair bildiklerimizi gözden geçireceÄŸiz ama iÅŸleri biraz daha karıştırmak pahasına da olsa, yazılış tarihi ve kimin yazdığı belli bir metne, Balıkesirli DevletoÄŸlu Yusuf’un 1424 sonları- 1425 yılı baÅŸlarında yazımını tamamladığı Vikaye Tercümesi’ne bakalım. Elimdeki yazma nüshayı kullanıyorum ama Sayın Bilal Aktan’ın basılmamış doktora çalışmasını da göz önünde tutuyorum. Ä°ÅŸler karışacak dememin nedeni ise bu yıllarda Osmanlıda “pencik” adı altında bir uygulama var diye bilmemiz…
PeÅŸinen söyleyeyim ki DevletoÄŸlu’nun eserindeki ilgili bölüm, daha az ayrıntılı olmakla birlikte Gazilik Tarikası ile büyük bir uyum içindedir, hatta kullandığı bazı ifadelerden yola çıkılırsa o metni içeren Risâletü’l- Ä°slâm’ı görmüş olması bile mümkündür. Bir de merhum Tekin’in, bu metnin, Karesi, “Bergama-Balıkesir” yöresinde yazılmış olduÄŸunu düşünmesi var.
Evvela, DevletoÄŸlu, “Çün ÅŸeri‘at emriyile bu cihâd / Farz olupdur ana kılgıl i‘tikad” dediÄŸine göre bu kadar erken bir tarihte cihadı, gaza ile aynı anlamda kullanıyor. Sonrasında cihadın ne zaman farz-ı kifaye, ne zaman farz-ı ‘ayn olduÄŸunu açıklıyor:
“Liki bu farz-ı kifâye oldı hem
Ba‘zı halk anı iderse ey dedem
Sâkıt olur bâkisinden farz pes
Hoşdur anı itmeğe eyle heves
(…)
Farz-ı ‘ayn olur nefir-i ‘âm ola
Ya‘ni ÅŸol yirlerde ki Ä°slâm ola
Zirâ kâfir hücûm itse ger
Farz-ı ‘ayn olur bu kez halk n’ider”
Yusuf, peÅŸine, darülharbde kuÅŸatılan bir kalenin halkının önce Ä°slâm’a davet edilmesini, kabul etmezlerse vergi teklif edilmesini anlatıyor. Yalnız, burada verginin adı cizyedir: “Ger Müsülman olmaz olursa bular / Cizye virmekliÄŸe da‘vet kılalar”. O da olmazsa geriye savaÅŸ seçeneÄŸi kalıyor: “Boz ekinlerin aÄŸaçların kes / Hükm-i Ä°slâma muti‘ olmadı pes.” Kalanı da çok benziyor. Mesela, mal karşılığında barış yapılması için, “Mâl alup ger sulh iderlerse iy ahı / Hacet olursa revadır ol dahı” diyor. Yalnız, imam olan zat bu parayı önce cizyenin toplanması masrafına harcamalıymış. Ä°mam, bir çıkar gördüğünde sulhu da bozabiliyor ama karşı tarafa bildirmek kaydıyla: “Ya‘ni sulhı bozdığını hem dahı / Anlara bildüre anı iy ahı.”
Tabii ki imamın bir ÅŸehri zorla aldığında ne yapacağı da bellidir: “Bir yiri kahr-ıla feth itse imâm/ Nice dilerse muhayyerdür tamam.” Dilerse herkesi ve her ÅŸeyi askere paylaÅŸtırır, dilerse cizye koyar ve herkesi yerinde bırakır. Uzatmadan geleyim en kritik noktaya, ganimeti nasıl böler imam? Önce beÅŸ kısma ayırır. Dört parçayı; atlıya iki, yayaya bir hisse olarak pay eder. Sonrasını ise çok dikkat çekici buluyorum:
“Humsı hem üç sehm idüp kısmet ide
Her birin bir dürlü sınıfa iy dede
Vire bir sehmin yetimlere imâm
Dahı miskinlere bir sehmin tamâm
Birisin dahi li-ebnâi’s-sebil
Böyle kısmet idiserdür eyle bil”.
Yani DevletoÄŸlu da, üstelik II. Murad’a armaÄŸan ettiÄŸi kitabında padiÅŸahın beÅŸte birlik bir hakkı olmadığını mı söylüyordu? Devletin esirlerden pencik aldığından habersiz miydi? Devam edelim ve dahi görelim pencikçi dövdüğü için çok ayıp eden ünlü akıncı beyi kimdi?
Henüz yorum yapılmamış.